31 Mart 2013 Pazar


Kâinatın Hayat Merkezli İnşası 

   Bilim; parçaları tanımlama ve şekillendirmede problem yaşamazken, onları, mânâlı ve fonksiyonel bütünler hâlinde organizasyona ulaştırmakta oldukça zorlanıyor. Çünkü bir bütünde ne kadar parça olduğu ve bunların birbirleriyle nasıl etkileştiği konusunda öğrenilecek çok şey var. Kozmolojinin sınırları zorlayıcı problemli sahalarından biri de, varlığın yoktan nasıl var edilip, bugünkü indirgenemez komplekslilik seviyesine ulaştığını açıklayıcı, hakikate yakın model ve hipotezler kurmadır. Bilhassa hassas ayar fenomenini açıklamaya yönelik iddia ve hipotezlerin neye göre ve nasıl değerlendirileceği muğlaktır. Kritik soru, muazzam derecede kompleks bilgi, sinyal, enerji ve yapıtaşlarından oluşan ağlarla örülü hücrenin, ilk nasıl var olduğudur? Bilhassa düzensizlikten, düzenin sebepler plânında ilk nasıl ortaya çıktığını bilmiyoruz. Hücredeki her bir organel veya molekülü bir enstrüman kabul ettiğimizde, bu orkestranın hangi faaliyetlerle hayat müziğini ortaya çıkardığını anlamada zorluk yaşıyoruz. Cansız moleküllerin karışımından oluşan bir ‘çorba'dan ilk canlı hücrenin nasıl ortaya çıktığını açıklamak daha da zordur. Hayatın ilk başlangıç safhalarını anlamaya çalışan mütecessis araştırmacılar, bulmacanın bazı parçalarının nasıl ve ne şekilde olması gerektiğini ortaya koydular. Ancak hâlâ bilinmeyen birçok husus var. Meselâ, hayat mu'cizesinin yaratılmasında ilk enzimatik moleküller olarak, proteinler mi, RNA benzeri moleküller mi, yoksa mineraller mi kullanıldı? Hücre içindeki moleküler seviyedeki ilk sinyaller, bilgi ve enerji ağları nasıl oluştu; bunlar tam yerli yerinde müdahalelerle ve mu'cizevî bir gelişme ile mükemmel hâllerini nasıl aldı? Hücrede bilgi kodlayan, depolayan, aktaran yapıları işleten ve kontrol eden sistemler nasıl organize edildi. RNA-DNA-Protein arasındaki bağlantılar nasıl inşa edildi? Hücrenin enerji ihtiyacını karşılayan çevrimler, her hücrede nasıl geliştirildi ve çeşitlendirildi? Bu süreçte ikisi de aynı değerde iyonlar olduğu hâlde, potasyum neden hücre içine doğru, sodyum dışa doğru pompalandı? Enerji üretiminde kritik bir molekül olan ATPaz gibi kompleks moleküller nasıl inşa edildi? Hücredeki işlemlerin her basamağının sinyal aktarım zincirleriyle (pathways) enzimatik olarak kontrol edildiğini düşünürsek, bu aktarım zincirleri, tesadüfen mi ortaya çıktı? Yeryüzü şartları nasıl optimum bir denge içinde hazırlandı ve sıvı hâldeki suyun oluşumuna nasıl destek sağladı da hayat ilk önce suda başladı? 

Hücrede olup biten hâdiselerin hepsi matematik, fizik ve kimya kanunlarına uygun gerçekleştiriliyor. Hayatın fizikokimyevî boyutunda en harika moleküllerden biri de enzimlerdir. Son derece hususi işleyen moleküler makas ve tutkal gibi iş gören enzimler, canlı kimya fabrikasının vanaları gibidir. Bu vanalar, bir molekülün bir başka moleküle dönüşümünü kontrol ederken, kendileri de ürettikleri moleküller tarafından geri beslemeyle kontrol edilir. Açarsak, enzimler arasındaki haberleşme, enzimlerin kontrol ettikleri moleküller tarafından kontrol edilmesi bilim adamlarını hayrete sevk etmektedir. Her enzim önce emir veriyor, sonra da emir verdiğinden emir alıyor, hem hâkim hem mahkûm konumunda bulunuyor. Bu hâdiseye biyolojik olarak ‘geri bildirim' adını veriyoruz. Hücrenin ömür çevrimi; içindeki yapım ve yıkım reaksiyonlarıyla, hem dışarıdan gelen sinyallerle, hem de hücrenin iç saatinden gelen sinyallerin değerlendirilmesiyle kontrol edilir. Hücre içindeki dinamik bilgi, sinyal, enerji ve yapıtaşı akışının oluşturduğu ağın davranışlarını ancak parça parça anlayabiliyoruz. Hücrede iş gören bu dört fenomenin bildiğimiz kompleks yapısıyla nasıl bir araya gelip, farklılaşarak anlamlı ve fonksiyonel bir canlılığı oluşturduğunu tam olarak anlayamıyoruz. Aslında hücreyi ve canlılığı fizikî, kimyevî tabirlerle ve prensiplerle kısmen anlayabiliyoruz. Ancak göz ardı etmememiz gereken husus, hücre senfonisindeki enstrümanların tek tek faaliyeti değil, hayat müziğinin canlı olarak icrasıdır. Müziğin sözlerini yazmak, nağmeleri bestelemek, notaları çözümlemek ile müziği muhteşem bir performansla icra etmek büyük ölçüde farklı şeylerdir. Modern bilim bunu bir türlü anlayamamaktadır. Bilim, hayat senfonisinin sözlerini ve notalarını deşifre etme aracıdır ve senfoninin bazı kısımlarını bestelemektir. Bu yüzden, yakın gelecekte hayat senfonisinin güfteleri ve notaları deşifre edilebilecektir; ama her seviye ve ölçekte canlılık müziğinin sıfırdan icra edilip edilemeyeceği sorusuna ise tatmin edici bir cevap verilememektedir. 

 

Kâinatın başlangıcındaki hassas ayarlar 
Hayat ve canlılığın ilk başlangıcının sebepler açısından nasıl olduğunun, fizik ve kimyacılar tarafından aklileştirilmesi kuvvetle muhtemeldir. Moleküllerin etkileşimiyle şekillenen canlılık ve hayatın moleküler oyuncularının tanımlanmasında bir hayli mesafe alınmıştır. Bugün nanoteknolojideki ilerlemeler ve nano ölçekli biyomalzeme tasarımlarında gelinen nokta bunu doğrulamaktadır. Meselâ, canlıların kimyasında hidrojen, karbon ve oksijenin hususi bir yeri vardır. Çünkü bunlar, kâinatın inşasında ortaya çıkan ve en bol bulunan dört elementten üçüdür. Su, evrensel çözücülerin başında gelen harika bir moleküldür. Sindirim hâdisesi su içinde gerçekleşir. Mermerler, kayalar suyun çözücü gücünden etkilenmeseydi, denizler tuzlu olmazdı. Enteresan bir husus da, denizlerin tuzluluğunun belli bir denge aralığında tutulmasıdır. 

Eğer kâinattaki elektromanyetik kuvvet, biraz daha güçlü olsaydı, bütün yıldızlar, kırmızı cücelere dönüşür ve gezegenler oluşmazdı. Aksine biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlar çok sıcak hâle gelir, dolayısıyla ömürleri kısalırdı. Güçlü çekirdek kuvveti, biraz daha fazla olsaydı, kâinatın başlangıcındaki bütün hidrojen helyuma dönüşürdü. Tersine, bugünkünden biraz daha az olsaydı, helyum oluşmazdı. Kâinatta sadece hidrojen olurdu. Zayıf nükleer kuvvet, birazcık daha zayıf olsaydı, süpernovalar gelişmezdi. Sebepler plânında ağır elementler oluşamazdı. Yıldızların içinde berilyum ile helyumun füzyonundan karbonun oluşumu ve hızlıca oksijene dönüşmemesi de, karbon ve oksijenin nükleer resonans seviyesinin çok dar bir aralıkta bulunmasını gerektirir ki, bu da ince bir ayardır. Zîrâ çekirdekteki resonans seviyeleri, çekirdeğin temel yapısına ve temel fizikî sabitelere bağlıdır. Eğer bu değerlerde hafif bir sapma olsaydı, sebepler açısından yeryüzünde karbon temelli hayat için yeterli miktarda karbon bulunmayacaktı. Benzer şekilde, çekirdekteki güçlü nükleer kuvvet % 5 veya elektromanyetik kuvvet % 4 fazla olsaydı, kâinatın başlangıcındaki karbon ve oksijen üretimi dururdu. 

 

Varlık ve hâdiselerdeki ince ayarın önemi, canlıların yaratılması esnasında daha iyi anlaşılır. Canlılar için ince ayar, biyokimyevî moleküllerde başlar ve fiziğin temel sabitelerinde sonlanır. Karbondioksitin suda çözünmesi de harika bir fenomendir. Çözücü olarak suyun üstünlüğü, silisyumun elektron yapısı ve kimyevî özellikleri bakımından karbona benzemesine rağmen canlılarda, karbonun tercih edilmesi gibi birçok hâdise göstermektedir ki, kozmik ölçekteki kimyevî işlemler yerkürede hayatın yaratılmasına izin verecek şekilde ayarlanmıştır. Karbon temelli hayat, sebepler plânında gezegenlerin yaratılması sırasında karbon üretilmesinden ve suyun hayatı destekleyici özelliklerinden, fizikokimyevî moleküllerin uygunluğundan, kozmik sabitelerin varlığından dolayı ortaya çıkmış gibi görülebilir. Hakikatte ise, sebepler perdesinin arkasında Yaratıcı'nın Hayy ve Kayyum isimlerinin tecellileri vardır. 

İnsanoğlu hayatın olağanüstü mu'cizevî bir hâdise olduğu gerçeği ile dâima yüz yüze gelmiştir. Canlılığın indirgenemez komplekslilik seviyesinde ortaya çıkması, vücut sıvılarında asit-baz dengelerinin tampon moleküllerle korunması, karbonik asitin ve monosodyum fosfatın ayrışma sabiteleri, karbondioksitin hem suda çözünmesi, hem de gaz olarak havaya geçiş özelliğinden dolayı vücuttan kolayca atılabilmesi, organizmalardaki emniyet faktörlerinin sağlamlığını ve etkinliğini gösterir. Canlıdaki sıvıların pH'ının nötr tutulması, suyun içindeki tampon moleküllerle sağlanır. Kanda karbonik asit oluşumu, su ve karbondioksit gazının birleşimi, tabiattaki ince ayar fenomeninin en çarpıcı örneklerindendir. 

Dünya'yı Venüs'le kıyaslarsak, Venüs'ün yüze­yin­de atmosferik basınç, Dünya'dakinin 100 mislidir. Venüs'ün atmosferinde CO2 oranı % 96 iken, Dünya atmosferinde % 1'den düşüktür. Eğer okyanuslarda CO2 çözünmese ve kireçtaşı şeklinde çökmeseydi, arzın atmosferinde CO2 oranı % 70–90 civarında olur ve yeryüzünde hayat olmazdı. Bu durum, dünyada çok şefkatli bir şekilde misafir edildiğimizi gösterir. 

Varoluşta gözlenen uygunluk 
Canlıların yapısı, fiziko-kimyevî özellikleri ve metabolizması ile yaşadıkları çevrenin özellikleri arasında son derece uyumlu bir örtüşme ve denk gelme hâdisesine (iktiran, tenasüb-i illiyet) şahitlik ediyoruz. Çünkü çevre şartları uygun olmadığı sürece canlı yaşayamayacağı için, çevrenin fizikokimyevî açıdan hazırlanmış olması gerekir. Kâinatın başlangıcından beri her hâdise, karbon temelli bir hayatın yerkürede inşa edilmesine izin verecek şekilde gerçekleşmiştir. Karbondioksitin suda ve havada aynı oranlarda çözünmesi, birçok maddenin donarken küçülmesine rağmen, suyun donduğunda hacimce genişlemesi bu hususa örnektir. Harikulâde özellikleriyle su ve karbondioksitin birlikte uyum içinde etkileşimi, hayatın varoluşu ve devamlılığı noktasında muazzam derecede uygun bir kompozisyon oluşturur. Fizyolojik ve biyokimyevî işlemlerde kullanılan moleküllerin hususi seçimi ve ince ayarı, o kadar optimum bir tercihtir ki, karbon temelli hayat ancak bu şartlarda var olabilir ve devam edebilir. Canlıların yaşadığı ortamlardaki her madde, canlı için faydalı özelliklere sahip olduğu için yaratılmıştır. Meselâ fosfat sistemleri, çok müessir tamponlama kapasitesine sahip olduklarından canlılarda kullanılmıştır. 


 

Bütün bunlar, kâinatta teleolojik (gâyeye yönelik) bir düzen ve intizamın, seçim ve tercihin olduğunu gösterir. Buna rağmen birkaç asırdır, felsefe-bilim çevrelerinde tabiatta bir gâyelilik ve ‘plânlı bir tasarım'ın olup olmadığı konusu hâlâ ideolojik bağlamda tartışılmaya devam etmektedir. Çünkü varlığın mekanik-fizikî izahı ile teleolojik açıklaması aynı şey değildir. Filozof tabiatlı bilim insanları, gâyelilik prensibinin varlığın dışında mı yoksa varlığın mahiyetinde mi saklı olduğunu tartışmaktadır. Bu aslında bir atıf problemidir. Bilim yaparken varılan neticelerde, sebepleri yaratan Yaratıcı'ya atıf yapılıp yapılmayacağı konusu günümüzde bir tercihliliktir. Çünkü seküler bilim, atıfların Yaratıcı'ya değil, tabiata veya onun içindeki ölçülebilir, test edilebilir unsurlara yapılmasına; Tevhid eksenli bilim anlayışı da, bütün işlerin ve güzelliklerin sebepler plânında analiz edildikten sonra, tek ve mutlak otorite olan Allah'a verilmesini kabul eder. 

Tabiat öyle bir kitap ve sergi salonu veya öyle bir senfonik musikidir ki, içinde tevafuklar (denk gelme ve örtüşmeler), kaderî çizgiler, ihtimalî işleyen algoritmalar, süreçler ve kanunlar vardır. Bunların etkileşmesiyle, tekrarlanmayan, insanı hayrete sevk eden dinamik bir varoluş ve yokoluş sergilenir. Kâinattaki -bilhassa tabiattaki- varlık ve hâdiseler, hem mecburî kaderî ve genetik algoritmalara hem de ihtimalî işleyen algoritmik denklemlere dayalı kaderî güzellikler ve tevafuklarla şekillenir. Kâinatın işleyişini muhteşem bir dinamik sergiye dönüştüren husus ise, her şeyin açık sistemler hâlinde, sınırları olan algoritmik işlemler ve belli bir mekânda oluşan hassas ve dinamik bir çevrim içinde yaratılmasıdır. Varlık ve hâdiseler, bir statik durum olmaktan ziyade, tarihi olan, dünden bugüne ve yarınlara doğru akan bir varoluş işlemi ve hâlâ fraktal yapılar hâlinde söylenmeye devam eden senfonik bir müzik, hâlâ yeni sürümleri dinamik olarak yazılan çok ciltli bir kitaptır. 

Hiç yorum yok: